Alaçatı’nın Rüzgarından Celsus’un Gölgesine: Efes’te Altın Saatler
Gezi

Alaçatı’nın Rüzgarından Celsus’un Gölgesine: Efes’te Altın Saatler

İzmir Gran Fondo’dan elimiz boş dönmemiştik; kürsüye çıkmanın verdiği haklı gurur, finiş çizgisindeki adrenalin ve bacaklardaki o tatlı sızı tüm hafta sonuna yayılmıştı. Ancak bizim yazılı olmayan bir kuralımız vardır: Gittiğimiz bir şehirde yarış biter ama keşif bitmez. Dönüş yolunda veya yakın çevredeki ören yerlerini plansızca gezmek, madalyadan sonraki ikinci ödülümüzdür.

Bu geleneği bozmadık ama önce kendimize bir gün hediye ettik: Alaçatı.

Alaçatı, yarış sonrası bir “basınç odası” gibiydi bizim için. Arnavut kaldırımlı dar sokakları, rüzgarın hiç eksik olmadığı o ferah havası ve taş evlerin huzuruyla, yarışın ve kürsü heyecanının yorgunluğunu üzerimizden aldı. Ege’nin o kendine has telaşsızlığında, kahve kokuları ve rüzgar gülleri eşliğinde bir gün geçirmek, bedeni resetlemek için en doğru kararmış. Sokakları gezerken zaman sanki biraz daha yavaş akıyordu; yarışın ritmi geride, Alaçatı’nın dinginliği ise tam karşımızdaydı.

Ertesi gün, Eskişehir’e doğru direksiyon sallarken zihnimiz hala o Ege maviliğindeydi. Ancak yol tabelaları "Efes"i gösterdiğinde, ara durağımız belli oldu. Saatler öğleden sonrayı gösteriyordu ve bu sapak, dönüş yolunun en büyüleyici anlarına kapı açacaktı.

Antik kente adım attığımızda, günün en güzel sürprizi bizi bekliyordu: Altın Saatler.

Güneş alçalmaya başlamış, o yakıcı beyaz ışık yerini sıcak, yumuşak bir turuncuya bırakmıştı. Bizi ilk karşılayanlar, Efes’in gerçek sahipleri oldu. Kediler... Onlar için ne desek az; adeta kadim kentin kadim sakinleri gibiler. Turistlerin karmaşasına inat, inanılmaz bir vakurla, her bir köşe başında, kırık bir sütunun tepesinde veya bir lahdin üzerinde poz veriyorlar. Sanki fotoğraf karelerine girmek için oradalar, bu şehrin hafızasını onlar koruyor gibi bir havaları var.

Şehrin kalbi Kuretler Caddesi’ne geldiğimizde ise şansımıza inanamadık. Normalde iğne atsan yere düşmeyecek o kalabalık cadde, günün bu geç saatinde neredeyse bomboştu. Yüzyıllardır milyonlarca ayağın aşındırıp cam gibi parlattığı mermer yolda yürürken, caddenin o görkemli tenhalığı büyüleyiciydi.

Ve yolun sonunda, tüm ihtişamıyla Celsus Kütüphanesi belirdi...

Burası sadece bir yapı değil, taşın dantel gibi işlendiği bir sanat eseri. İki katlı o devasa cephe, güneşin son ışıklarıyla kızıla çalarken nefes kesiciydi. Duvardaki nişlerin içindeki heykeller, sanki hala kadim bilgiye bekçilik ediyor gibiydi. Başımı kaldırıp tavan işlemelerine baktığımda, taşın nasıl bir sabırla nakış gibi işlendiğini gördüm. Alt kattan yukarı doğru bakınca, aydınlığa açılan o kemerli kapılar insanı bambaşka bir zamana davet ediyordu.

Ziya, bu ışığı ve mimariyi görünce fotoğraf makinesiyle adeta birleşti. Bir ara kadrajdan başını kaldırıp, "Kıyafet seçimin taşların rengiyle, Efes'in o antik dokusuyla muhteşem uyuştu," dedi. O an, sadece bir turist gibi değil, o atmosferin bir parçası gibi hissettim.

Kütüphanenin o meşhur merdivenlerinde, sütunların arasına süzülen ışık huzmelerinin içinde dakikalarca çekim yaptık. Bazen devasa bir sütunun gölgesinde, bazen o incecik işlenmiş taş tavan detaylarının altında, tarihin bir parçası gibi durduğum kareler ortaya çıktı.

Gezinin finalini ise Büyük Tiyatro ile yaptık.

O devasa basamakları tırmanıp, binlerce yıl önce 25 bin kişinin oturduğu o taş sıralara yerleştiğim an, zaman algım kayboldu. Karşımda limana uzanan yol, arkamda devasa bir tarih… Taşların üzerinde otururken rüzgar yüzüme hafifçe çarptı; o anda hem binlerce yıl öncesi hem de tam o an aynı nefeste birleşmiş gibiydi. İnsan bu azamet karşısında ne kadar küçük olduğunu iliklerine kadar hissediyor.

Hava kararmaya yüz tutup, taşlar kızıla boyandığında şehirden ayrıldık. Arkamızda Alaçatı’nın rüzgarını, Celsus’un sütunları arasındaki o ışık oyunlarını ve tiyatroda hissettiğimiz sonsuzluk duygusunu bırakarak Eskişehir yoluna düştük.

Yorum yapabilirsiniz

E-Posta adresiniz yayınlanmayacak, Doldurulması zorunlu alanlar*.

Merhaba, Ben Özlem Sakarya

Bisiklet sporcusu ve Türkiye Bisiklet Federasyonu Eskişehir İl Temsilcisiyim. Doğaya ve spora olan tutkumla önce dağcılık sporuna sonrasında bisiklet sporuna başladım. 2017 yılından itibaren yol bisikleti disiplininde birçok yarışa katılıp, katıldığı yarışlarda dereceler aldım.

Kategoriler

En yeni blog yazılarımı e-posta olarak alın!

Kaydolun ve yeni gönderiler hakkında ilk bildirimi alan siz olun.